Medine-i Münevvere'nin Tarihi

MEDİNE-İ MÜNEVVERE
Medine-i Münevvere Arabistan’ın kuzey batısında, Kızıldeniz’e 130 km. uzaklıkta olup deniz seviyesinden yüksekliği 619 m.dir. Bugün Medine-Mekke arasında ulaşım, hicret yolu olarak bilinen 418 km.lik otoyol vasıtasıyla sağlanmaktadır. Şehrin kurulduğu geniş düzlüğün Kuzeyi Uhud Dağı, güneyi Âir Dağı, Doğusu Vâkım ve Batısı da Vebere hareleriyle (volkanik lav akıntısının oluşturduğu siyah bazalt taşlıklar) kuşatılmıştır. vardır. Bu günkü nüfusu 900.000 civarındadır. (Kasım 2006) Eski ismi Yesrib olan bu şehre, Rasülüllah Efendimiz’in bu şehri nurlandırması ile Dârulhicre, Medînetünnebi, Medine-i Münevvere denilmektedir

MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Medine-i Münevvere Rasulullah Efendimiz’in hicret vatanıdır
Başkaları yardım elini çekerken, yardım elini uzatan şehirdir.
İslam devletinin ilk başşehridir
Dini mübini İslamı tebliğ için yabancı ülkelere elçiler göndererek onları İslama davet ettiği şehirdir.
Mekke-i Mükerreme’den sonra en mübarek şehirdir.
Kuran-ı Kerim’in yarıdan fazlasının indirildiği yerdir.
O nurlu şehir ki;

Hâtemül Enbiya orada, huzuruna varanlarla mesafe yok arada
Rasülüllah’ın dünya ve ahiret arkadaşları iki şehit, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer orada,
Âhirete açılan dünya penceresi, cennet bahçesi (Ravza-i Mutahhara) orada. (Ravza-i Mutahhara’dan başka yeryüzünde cennetten olduğu bildirilen başka bir yer yoktur.)
Başta Hz Osman (r.a.) olmak üzere 10 bin sahabinin medfun bulunduğu “Cennetü-l Bakî” orada
Başlarında Hz. Hamza’nın bulunduğu 70 şehitle kendisine bakan gözleri nurlandıracak Uhud Dağı orada
Kıblemizin değiştiği “Mescid-i Kıbleteyn” orada,
Takva üzerine bina edilen “Mescid-i Kubâ” ve “Yedi Mescidler” orada.
Nasıl gözyaşı dökülmez ve gaflet edilir burada? Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’nin bütün beldelerden üstün olduğu üzerine ittifak vardır.

Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki:

ألمدينة قبة الاسلام ودارالإيمان وأرض الهجرة ومثوى الحلال والحرام
“Medine, İslam’ın kubbesi, imanın yurdu, hicret mahalli, helal ve haramın açıklandığı makamdır.” (Terğib, 2/228)

من إستطاع أن يموت بالمدينة فليمت بها فإنى أشفع لمن يموت بها
“Kimin Medine’de ölmeye gücü yeterse orada vefat etsin, muhakkak ben, burada vefat edenlere şefaat edeceğim.” (Terğib, 2/223)

Medine-i Münevvere’ye saygı ve hürmet gerekir. Burada yapılan ibadetlerin gerek füyûzâtında, gerekse neticede ihsan olunan sevaplarda üstünlük ve fazlalık vardır. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de ikamet etmek, nefsine güvenip oranın haklarına ve edeblerine riayet edemeyecekler için mekruhtur. (Lübab Şerhi, s.351)

İmam-ı Malik Medine’ye girdiği zaman, binmesi için katır getirdiklerinde yürüyemezdurumda mazereti olduğu halde, “Rasülüllah Efendimiz’in mübarek ayaklarıyla bastığıbir yeri katırın ayakları ile çiğnemek bana münasip değildir” diyerek katıra binmeyi reddetmiş ve Rasülüllah’ın huzuruna zorlukla ulaşmıştır.

Şair Nâbi bir heyetle beraber hacca gider. Medine-i Münevvere’ye yaklaştıkları zaman heyetteki bir paşanın ayağını uzatıp yattığını görür ve seslice şu beyti okur:
Sakın! Terk-i edebden gûyi mahbub-i Hüdâ’dır bu.
Nazargâh-ı ilâhidir makâm-ı Mustafâ’dır bu.
Habib-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette,
Tefevvügu kerde-i arş-ı cenâb-ı kibriyâ’dır bu.
Murââtı edeb şartıyla Nâbi gir bu dergâha,
Metâf-ı kudsiyan’dır, Bûsegâh-ı enbiyâ’dır bu.

Manası:
Peygamberimiz’in beldesine girerken edebsizlikten sakın.
Çünki burası Nazargâh-ı İlâhidir, Makâm-ı Mustafâdır.
Bu makam Habib-i Kibriyânın istirahat ettiği yerdir.
Fazilet bakımından Arş-ı Âlânın dahi üstündedir.
Ey Nâbi, bu dergâha edebe riayetle gir. Çünki burası;
Enbiyânın yüz sürdüğü, rûhâniyetin tavaf ettiği yerdir.

Sabah olunca müezzinlerin minârelerden bu beyitlerini söylediklerini görünce sorarlar:
Siz bu beyitleri kimden öğrendiniz? Cevap verirler: “Bu gece Efendimiz bize bu beyitleri talim ettirdi ve minarelerden söylememizi emir buyurdular” derler.
Ecdadımız bu mübarek beldeye çok saygı göstermişler: Abdülhamid Han Hazretleri Hicaz Demiryolunun yapımı sırasında demiryolunu yapan ekibe (hürmet ve tazim ifadesi olarak) şu talimatı vermiş: “Medine-i Münevvere’ye yaklaştığınız zaman mümkin olan aletlerin üzerine keçe sarınız ki, fazla gürültü olmasın. Peygamber Efendimiz’in, Ehl-i
beytin ve burada yaşayanların ruhları rahatsız olmasın.”
Ey bâd-ı sabâ, uğrarsa yolun semt-i Harameyn’e Ta’zimimi arzeyle, Resûlü’s-sekaleyne.

1- CENNETÜ’L BAKÎ
Medine’nin Bakî’ veya Bakî’u-garğad adı verilen mezarlığı şehrin güneydoğusunda Mescid-i Nebevi’nin yakınında yer almaktadır.

İlk defa Rasülüllah (s.a.v.) tarafından bezarlık haline getirilen bu alan daha önce“Garğad” adı verilen bir tür çalılıkla kaplı idi. Türkler arasında daha çok “Cennetü’-bakî” adıyla meşhurdur. Bu mezarlığa muhacirlerden ilk defnedilen Peygamberimiz’in sütkardeşi Osman İbn-i Ma’zun” , ensardan ise Es’ad b. Zürâre’dir.

3. halife Hz. Osman Bakî kabristanlığında medfundur.
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, halası Safiye ve bazı torunları da buradadır.
Efendimiz’in oğlu İbrahim, kızları Rukiye ve Zeyneb, Hz. Fâtıma ile oğlu Hasan da
buraya defnedildiler. Kerbelâ’da şehid edildikten sonra Şam’a götürülen Hz. Hüseyin’in başı,
Muaviye tarafından Medine’ye gönderilince annesinin yanına defnedildi.

Bakî’a defnedilenler arasında Rasül-ü Ekrem’in “benim ikinci annem” dediği Hz.Ali’nin annesi Fâtıma binti Esed ile mübarek zevceleri-mü’minlerin annelerinden Hz. Âişe, Hz. Hafsa, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Zeyneb binti Huzeyme, Hz. Zeyneb binti Cahş, Safiye, Reyhâne ve Mâriye bulunmaktadır.
Cennetü’l-Baki’a Ehl-i beytin ileri gelenlerinin yanında başta Abdurrahman b. Avf,Sa’d b. Ebû Vakkas, Abdullah b. Mes’ûd, Suheyb er-Rûmî ve Ebû Hureyre olmak üzere on bin civarında sahabe, tabiinden bir çok zevat, günümüze kadar bir çok evliya medfundur.
Rasülüllah Efendimiz zaman zaman Cennetü’l-Bak’i’a giderek orada medfun
bulunanlara dua ederdi. Bakî’ ehlini ziyaret müstehaptır.

Kabristanlıkta Hz. Osman, Allah’ın Rasülünün amcaları Abbâs, Hz. Âişe, Hz. Hasan gibi sahabilerin kabirleri üzerine inşa ettirilen türbelerle diğer mezar yapıları daha sonradan ortadan kaldırılmış, mezarlar sadece baş ve ayak uçlarına konulan küçük taşlarla belirlenmiştir.
Genişlemelerle birlikte günümüzde 180.000 m2’ye ulaşan Cennetü’l-Baki’ yine Medine mezarlığı olarak kullanılmaktadır.

2- MESCİD-İ ĞAMÂME (MUSALLÂ)
Rasül-ü Ekrem bayram namazlarını Mescid-i Nebevî’de değil, buraya güneybatı yönünde 500 m. mesafedeki açık alanda kıldırırdı. Bazen yağmur duası için de kullanılan ve Medine’ye gelen kafilelerin konakladığı Menâha adlı bu yerin bir bölümü musallâ haline getirilmişti.

Ömer b. Abdülaziz Medine valiliği esnasında burayı imar etmiş ve bundan sonra “Mescid-i Musallâ” adıyla anılmıştı.

Rasülüllah (s.a.v.) bayram namazı ve yağmur duası için buraya çıktığı zaman kendisini bir bulutun gölgelemesi sebebiyle sonraki dönemlerde Ğamâme Mescidi adıyla meşhur oldu.

Sultan I. Abdülmecid tarafından yeniden inşa edilen 32,5 x 23,5 m. ölçüsündeki Mescidi Ğamâme güney tarafında büyük bir kubbe, kuzey tarafında ise bu büyük kubbeyle uyumlu beş küçük kubbe ile örtülüdür.

Sultan II. Abdülhamid döneminde ve 1990’da kapsamlı bir tamirattan geçirilen mescid, Osmanlı mimari tarzını hâlâ korumaktadır.

3- MESCİD-İ EBÛ BEKİR ES-SIDDÎK
Medine musallâsında yer alan mescidlerden biridir. Mescid-i Musallâ’sının kuzeybatısındaki Amîdiyye sokağının başındadır. Hz. Ebu Bekir (r.a.) halifeliği sırasında burada bayram namazı kıldırdığı için bu adı almıştır. Bu yerde Peygamber Efendimiz de bayram namazı kıldırmıştır.

İlk defa Ömer b. Abdülaziz tarafından inşa edilen mescid, 1838’de Sultan II. Mahmud tarafından yenilenmiştir. 1990’da tamirattan geçirilen ve 292 m2’lik bir alanı kaplayan mescid halen Osmanlı mimari tarzını korumaktadır

4- MESCİD-İ ALİ B. EBÛ TÂLİB
1662’de Medine’yi ziyaret eden Ebû Sâlim el-Ayyâşî, Peygamber Efendimiz’in muhtelif yerlerde bayram namazı kıldırdığını, bunlardan üç tanesinin meşhur olduğunu kaydeder. Bunlardan biri de Mescid-i Ebu Bekir’in hemen kuzeyinde, Hz. Osman evinde isyancılar tarafından kuşatıldığında Hz. Ali’nin Medine musallâsında bayram namazını kıldırdığı yerdir.

İlk defa Ömer b. Abdülaziz tarafından inşa edilen Mescid-i Ali, 1990’da 882 m2’lik biralan üzerine eski tarzına benzer bir şekilde inşa edilmiştir

5- MEDİNE İSTASYONU
1900 yılında yapımına başlanan ve 1908’de Medine’ye ulaşan Hicaz Demiryolu ile Medine-İstanbul arasında bağlantı kurulmuştur. I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesinin ardından Hicaz Demiryolu âtıl hale gelmiştir.

Bugün yeniden canlandırılmaya çalışılan Hicaz Demiryolunun son durağı olan Medine’deki istasyon binasıyla yanındaki Osmanlı tarzı cami hâlâ ayaktadır.

6- UHUD DAĞI
Uhud Dağı Medine-i Münevvere’nin kurulduğu düzlüğü kuzeyden kuşatır. 8 km. uzunluğunda ve 110 m. yüksekliğindedir. Mescid-i Nebevi’ye uzaklığı 5 km.dir.
Tek başına bulunduğu, bölgedeki herhangi bir dağ silsilesine bağlı olmadığı için bu adı almıştır. Uhud Dağı, bugün doğuda Medine Havaalanı yoluyla, batıda Tarîkuluyûn ile kuşatılmış ve gelişen şehre dâhil olmuştur.
Mekke müşrikleriyle yapılan mücadelenin önemli safhalarından olan Uhud Savaşı burada gerçekleşmiş ve adını buradan almıştır.
Hz. Enes (r.a.) buyurdu ki:
“Rasülüllah (s.a.v.) yanında Ebu Bekir, Ömer ve Osman Radıyallahü anhüm ecmain oldukları halde Uhud’a çıktılar. Uhud Dağı sevincinden sallandı. Rasülüllah ayağı ile Uhud’a vurarak şöyle seslendi:
“Sabit ol ey Uhud! Çünkü senin üzerinde bir nebi, bir sıddık, iki de şehit var.”
Diğer hadis-i şeriflerinde buyurdular ki:
إن احدا جبل يحبنا ونحبه
“Uhud bir dağdır. O bizi sever, biz de onu severiz.
أحد ركن من أركان الجنة
“Uhud cennet köşelerinden bir köşedir.” (Etterğîb ve’t terhib c.2, s.223)

UHUD SAVAŞI
Bedir Savaşı’nda ağır bir yenilgiye uğrayan Kureyşliler intikam hisleri ile topladıklar 3000 kişilik bir ordu ile Bedir’den bir yıl sonra Medine’ye yürüdüler. Peygamberimiz Medine-i Münevvere’de kalıp müdafaa harbi yapmak istiuordu. Fakat Bedir Harbi’ne katılmamış bazı gençler ile ashabdan bazılarının ısrarı üzerine Uhud’a gitmeye karar verdi.
700 sahabi ile Uhud Dağı’nın eteklerine gelen Rasülü Ekrem, stratejik önem taşıyan Ayneyn (Okçular) tepesine 50 okçu yerleştirdi ve onlara savaşın seyri ne olursa olsun kendisinden talimat gelmedikçe yerlerinden ayrılmamalarını emretti.
Müslümanlar başlangıçta galip görünse de Ayneyn tepesindeki okçuların burayı terk etmeleri üzerine müşrikler arkadan saldırıp savaşın seyrini değiştirdiler.
Rasül-ü Ekrem’in öldürüldüğüne dair bir haberin yayılması üzerine harb yavaşladı.
Müslümanlar Uhud Dağı’nın eteklerine çekilirken müşrikler Ebu Süfyan’ın etrafında toplandılar. Böylece iki ordu birbirinden ayrıldı ve savaş sona erdi. (3/625)
Çok çetin geçen bu harpte Allah’ın Rasülü’nün dişi kırıldı, dudağı ve yanağı yaralandı.
Ayrıca aralarında Hz. Hamza’nın da bulunduğu 70 sahabi şehid oldu.
Peygamber Efendimiz şehidlerin hepsini Uhud’da toprağa verdirip namazlarını kıldı.

UHUD ŞEHİTLERİNİ ZİYARET
Uhud şehidleri anıldığı zaman “Allah’a yemin ederim ki, ashabımla birlikte şehid olup Uhud Dağı’nın eteğinde gecelemeyi ne kadar isterdim” (Beyhaki, Delâil-i Nübüvve 3,304) buyurmuşlardır.
Efendimiz (a.s.) zaman zaman Uhud Şehidliği’ni ziyaret eder ve yüksek sesle şu ayeti kerimeyi okurdu:
سلام عليكم بما صبرتم فنعم عقبى الدار
“Sabrettiğiniz için size selam olsun, ahiret saadeti ne güzeldir.” (Ra’d, 24)
Peygamber Efendimiz Uhud şehidlerini bizzat ziyaret ettiği, ashabına da ziyaret etmeyi teşvik etmiştir.
Peygamber Efendimiz Uhud şehidlerinin başı ucunda: “Ben sizin Allah katında diriler olduğunuza şahidim.” Eshâb-ı Kirama dönerek; “Bunları ziyaret edin ve selamlayın, Allah’a yemin ederim ki, bunlar kıyamete kadar selamlayana karşılık verir” buyurdular.
(Mirâtü-l Haremeyn, c.2, s.1026)
Rasülüllah Efendimiz bir defasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Kulun ve Rasülün onların şehid olduklarına şahitlik eder; onlar da kıyamet gününe kadar kim kendilerini ziyaret eder ve selam verirse kendisine mukabelede bulunurlar.” (Beyhaki, 3,307)
Peygamber Efendimiz’den sonra halifeleri de burayı ziyaret etmeyi adet edinmişlerdir.
Hz. Fatıma validemiz de fırsat buldukça, bazen iki üç günde bir Uhud’a gider, amcası Hz. Hamza’nın kabrini ziyaret eder, ağlar, dua eder ve kabrini düzeltirdi.
Rasülüllah’ın hanımı Ümmü Seleme (r. Anhâ) buraya giderek şehidleri selamlardı.
Sa’d b. Ebû Vakkas (r.a.) Medine-i Münevvere’den ayrılırken mutlaka Uhud
Şehidliği’ni ziyaret eder, kendilerine üç defa selam verir ve daha sonra yanındakilere dönerek; “siz, selamınıza karşılık verecek bir topluluğa selam vermez misiniz ki, onlar kıyamete kadar selam verene mukabele edecekler” derdi

UHUD ŞEHİTLERİ
Uhud Şehidliği’nin bulunduğu yerin bir kısmının sel yatağına yakın olması ve Medine-i Münevvere’nin su ihtiyacını karşılayan kanalın geçmesi sebebiyle bazı kabirler 46 yıl sonra Cennet’ül Bakî’ye nakledilmiş, Hz. Hamza (r.a.) başta olmak üzere bazıları burada kalmıştır.
Emeviler döneminde Ömer b. Abdülaziz’in Medine Valiliği sırasında başlattığı Peygamberimiz’in hatıralarının korunmasına yönelik faaliyetler Abbasiler devrinde de sürdü. Rasülüllah Efendimiz’in yaralandığı alan ile Uhud’da şehid olanların kabirlerinin bulunduğu yerlere açıklayıcı işaretler konuldu. Bazı kabirlerin üzerine kubbeli mezarlar yapıldı.
Abbasi Halifesi Nasır Lidinillah’ın annesi Hz. Hamza’nın mezarını türbe haline getirdi. Bu türbede Hz. Hamza’nın yanı sıra Mus’ab b. Umeyr ve Abdullah b. Cahş (r.a.)’ın kabirleri vardır. Türbenin yanında bugün “Mescid-i Hamza” adıyla mevcut olan mescid yapıldı.
Kanuni Sultan Süleyman çeşitli dönemlerde tamirat geçiren Meşhed-i Hamza’yı 1543’de yeniden yaptırdı. Şehidliğin kuzey tarafında Rasül-ü Ekrem’in yaralandığı alana 1849 yılında Sultan 1. Abdülmecid tarafından “Kubbetü’senâyâ” adı verilen bir kubbe yaptırıldı. Mescid-i Hamza’nın doğusunda Hz. Hamza’nın şehid olduğu alanda yaptırılan kubbeye de “Kubbetülmesrâ” adı verilmiştir. Bugün hiçbir türbe ve mezar yapısının bulunmadığı Uhud Şehidliği, etrafı duvarla çevrili bir alan olarak ziyaret edilmektedir.

7- MESCİD-İ KIBLETEYN
Medine-i Münevvere’nin kuzeybatısındaki Vebere haresinde ve Mescid-i Nebevi’nin 5 km. uzağında yer almaktadır. İlk adı, içinde bulunduğu kabile bölgesinden dolayı Benî Seleme Mescidi iken Rasülü Ekrem’in burada öğle namazını kıldırdığı sırada kıblenin Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’dan Kabe’ye çevrilmesi üzerine “iki kıbleli mescid” manasına gelen “Mescid-i Kıbleteyn” adını almıştır.
İslamiyetin ilk yıllarında kıble, Kudüs’deki Mescid-i Aksâ idi. Peygamber Efendimiz ve ona iman edenler Mekke döneminde olduğu gibi hicretten sonra da an altı veya on yedi ay Kudüs’deki Mescid-i Aksâ istikametine dönerek namazlarını eda ediyorlardı.Mescid-i Nebevî ile Mescid-i Kubâ’nın mihrapları buraya yönelik olarak yapılmıştı. Fakat Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz Kudüs’e yönelerek namaz kılmakla beraber, içinde hep Kabe-i
Muazzama’ya yönelmek arzusu vardı. Bu hususta dua ediyor ve vahyin gelmesini arzu ediyordu.
Medine’de Yahudiler de yaşıyordu… Onların da kıblesi Kudüs… Bundan Yahudiler kendilerine pay çıkarttılar.
“Ne acaib iştir! Dini bizden ayrı, fakat kıblesi bizim gibi!” sözler sarfediyorlardı. Bu sözler Resulullah efendimize kadar geldi. Bu söylentilerden, kalb-i şerifleri incindi. Bir gün Cebrail aleyhisselam geldiğinde, ona buyurdular ki: “Ey Cebrail! Allahü teâlânın,
yüzümü, Yahudilerin kıblesinden Kabe’ye çevirmesini arzu ediyorum.”
Cebrail aleyhisselam da; “Ben, ancak bir kulum. Bunu, Allahü teâlâdan niyaz et!” diye cevap verdi.
Hicretten 18 ay kadar sonra Şaban ayının 15. günü Rasülüllah (s.a.v.) Seleme Oğulları yurdundaki bu mescidde öğle namazını kıldırıyordu. Namazın iki rekatı eda edilmişti ki, kıblenin çevrilmesi ile alakalı aşağıdaki ayet-i kerime nazil oldu.
قال الله تعالى : قد نرى تقلب وجهك فى السماء فلنولينك قبلة ترضاها
فول وجهك شطرالمسجدالحرام وحيث ما كنتم فولوا وجوهكم شطره .
“Yüzünün gök yüzüne çevrilmekte olduğunu görüyoruz. Seni elbette hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde yüzünü hemen Mescid-i Haram’a doğru çevir. Ey müminler, yüzlerinizi onun yönüne çevirin.” (Bakara, 144)
Peygamber Efendimiz yönünü Beyt-i Makdis’den Kabe-i Muazzama’ya çevirdi. Cemaat da safları ile birlikte döndüler ve son iki rekatı Kabe’ye doğru kıldılar. Bundan dolayı bu mescide “Mescid-i Kıbleteyn” (iki kıbleli mescid) denilmiştir.
Bu değişiklik her tarafta duyuldu. Karalamak için bahane arayan Yahudiler ve onun gerisinde saklı münafıklar hemen ortaya atıldılar:
– Önce bir yöne sonra başka yöne, bu ne demek? Ve devam ettiler:
“Eğer bizim kıblemizde kalsaydı, kitaplarımızda geleceği haber verilen peygamber O’dur derdik”
Bu söze kendileri de aslında inanmıyorlardı. Maksatları zihinleri karıştırmaktı… Pek ala onlar da biliyordu ki, Resulullah kitaplarında bildirilen Peygamberdi. Fakat kabul etmediler.
Çünkü kendilerinden değildi… Bunu hazmedemediler.
Namazdan sonra Eshabı kiramdan bazıları sordu:
– Ey Allahın Resulü! Ya bizim bu zamana kadar kıldığımız namazlar ne olacak?
Cevap ayet-i kerimeymle geldi:
“Allah sizin imanınızı (namazlarınızı) zayi etmez!”
Ömer b. Abdülaziz, Medine valiliği sırasında Mescid-i Kıbleteyn de dahil olmak üzere Rasulullah Efendimiz’in namaz kıldığı bütün mescidleri yenilemiştir.9 Memlük Sultanı Kayıtbay zamanında tavanı yenilenmiş, avlusu da bir duvarla çevrilmiştir.
Mescid-i Kıbleteyn’in ilk ciddi imarı Kanuni Sultan Süleyman devrinde 1543-44’te gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde cami iki kıblesinde de yer alan revaklarla birlikte 425 m2 lik bir alanı kaplıyordu ve üzeri daha önce olduğu gibi ahşap bir çatıyla örtülmüştü.
1987’de Suudi Hükümeti tarafından genişletilerek yeniden inşa edilmiştir. Caminin içi modern tarzda süsleme motifleriyle ve Türk hattatı Hasan Çelebi’nin yazdığı celî sülüs ve kûfî hatlarla bezenmiştir

8- MESCİD-İ KUBÂ
Kuyuları ve hurma bahçeleriyle meşhur verimli bir vaha üzerinde kurulmuş olan ve adını buradaki bir kuyudan alan Kubâ, Mekke yolu üzerinde bulunan bir köydü. Rasülüllah Efendimiz Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında Medine’ye yaya bir saatlik mesafede bulunan Kubâ’ya ulaştı. 14 gün müsafir kaldı. Bu süre içerisinde Evs’in bir kolu olan Amr b. Avf oğullarından Gülsûm b. El-Hedm’in evinde misafir kaldı; genişliğinden dolayı daha uygun gördüğü Sa’d b. Hayseme el-Ensari’nin evinde de ashabıyla sohbet etti. İnşaatında bizzat kendilerinin de çalıştığı İslam’da ilk mescidi yaptırdı. Burada namaz kıldı. Sa’d b. Hayseme’nin evinde Rasülüllah’ın (s.a.v.) namaz kılarak ashabıyla sohbet ettiği
yer 1985’te gerçekleşen son imara kadar korunmuş, bu genişletmede Kubâ Mescidi’ne dâhil edilmiştir.
Kubâ Mescidi, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksâ’dan sonra en faziletli mesciddir.
Kubâ Mescidi’nde namaz kılmayı umreyle eşdeğer gören Peygamber Efendimiz,
Medine’de bulunduğu zamanlar Cumartesi, bazen da Pazartesi günleri ve Ramazan’ın 17. günü Mescid-i Kubâ’ya giderek namaz kılar, burada verilen Kur’an-ı Kerim derslerini denetler, kendisine sorulan soruları cevaplandırırdı.
Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Suresinin 108. ayetinde sözü edilen mescidin Kubâ Mescidi olduğu kabul edilir:
قال الله تعالى : لمسجد أسس على التقوى من أولويوم أحق أن تقوم فيه. فيه رجال
يحبون أن يتطهروا والله يحب المطهرين
“Tâ ilk günden takva üzere tesis edilen mescid içinde namaz kılman elbette daha layıktır. Onun içinde çok temizlenmeyi sevenler vardır. Allah da çokca temizlenenleri sever.” (Tevbe, 108)
Âyet-i Kerimede zikri geçen “temizliği seven erkekler” ifadesi ile Kubâ halkı kastedilmiştir. Çünkü onlar su ile istincayı âdet haline getirmişlerdi (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili âyetin tefsiri).
Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada namaz kılmak müstehaptır. Burası, Hz. Peygamber (s.a.s)’in, düzenli olarak Cumartesi günleri, zaman zaman da Pazartesi günleri ziyaret etmeyi âdet haline getirdiği bir mesciddi. Oraya bazen binekli olarak bazen yaya gider ve namaz kılardı.
Bir hadîs-i şeriflerinde bunu müslümanlara da tavsiye ederek şöyle buyururlar:
“Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra başka maksatla değil, sadece namaz kılmak için Kuba Mescidi’ne giderse bir umre yapmış gibi sevap kazanır.”
(Tecrid c.4, s.212

9- CUMA MESCİDİ
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hicret sırasında Kubâ’ya ulaşarak burada Mekke’den gelecek olan Hz. Ali (r.a.) ve diğer muhacirleri beklemek üzere 14 gün kaldı.
24 Eylül 622 Cuma günü Medine’ye hareket etti. Yaklaşık 500 metre sonra Ranuna vadisinde Beni Sâlim kabilesinin içinden geçerken kabile halkı Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)i bırakmadılar. İkramda bulundular.
Rânûnâ’ya vardıklarında öğle vakti olmuştu. Cumanın farziyyeti ile alakalı ayet-i kerime nazil olunca buradaki namazgâhta ilk Cuma hutbesini okudu ve ilk cuma namazını kıldırdı.
Daha sonra bu ilk Cuma namazının hatırasını yaşatmak için “Mescid-i Cuma” adıyla meşhur olan bir mescid yaptırıldı.
Bu mescide “Âtike” veya Beni Sâlim kabilesi içerisinde olduğu için “Beni Sâlim” mescidi de denir. Ayrıca mescidi “vadi” de denir. Çünkü bu mescid “Ranuna vadisi”nin içerisindedir.
Bu mescid 1990’lı yıllarda yeniden yapıldı. Türk mimarisini andıran yapısıyla arzı endam eden bu mescid, Kubâ mescidinin 350 m. kuzeyine düşmektedir. Mimarı Mahmut Kirazoğlu dur.

10- MESCİD-İ ZÜLHULEYFE (MÎKÂT MESCİDİ)
Zülhuleyfe, Medine yönünden Mekke’ye gideceklerin ihram yeri (mîkât) olarak Peygamber Efendimiz tarafından belirlenmiştir. Bugün Hz. Ali’ye nisbetle “Âbâr-ı Ali” (Ebyâr-ı Ali) adıyla anılan Zülhuleyfe’deki bu mescidin Mescis-i Nebevî’ye uzaklığı yaklaşık 11 km.dir. Medine’nin güneybatı sınırı buraya kadar ulaşmıştır. Rasülüllah Efendimiz daha önce iki umre yolculuğunda yaptığı gibi, Vedâ Haccı sırasında da Zülhuleyfe’de geceleyerek semûre adlı bir ağacın altında namaz kılmıştır. 1 Bundan dolayı buraya Mescid-i Şecere adı da verilir. Peygamberimizden sonra Medine’den Mekke’ye gidenler burada ihrama girmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanından itibaren inşa edildiği bilinen mescide onun namaz kıldığı yer, yakın zamana kadar belirgin hale getirilerek muhafaza edilmişti. Sonraki dönemlerde çeşitli tamiratlar geçiren Mescid-i Zülhuleyfe, Melik Fahd zamanında yeniden inşa edildi ve çevresi umre ve hac ihramına girmek için buraya geleceklerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde modern bir tarzda düzenlendi.